104. Cuma günü camilerin kapısında, Allâh’ın muvekkel melekleri vardır. Bunlar beyaz sarıklılar için istiğfarda bulunurlar.
( إن لله ملائكة موآلين بأبواب الجوامع يوم الجمعة ، يستغفرون لأصحاب العمائم البيض )
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Yahyâ b. Şebîb el-Yemânî bâtıl hadisler rivâyet eder. Bunu bu şekilde ifade eden İbnu’l-Cevzî’ye211[211] es-Suyûtî212[212] ve İbn Arrâk213[213] ta katılır. Sarığın fazileti hakkında Nebî (s.a.s.)’in giymesinden başka hiç bir sahih hadis gelmemiştir.
105. Hendek günü Ali b. Ebî Talib’in Amr b. Abd Ved ile olan mubârezesi, kıyamet gününe kadar ümmetimin amellerinden daha faziletlidir.214[214]
( لمبارزة علي بن أبي طالب لعمرو بن عبد ودٍّ يوم الخندق أفضل من أعمال أمتي إلى يوم القيامة )
Bu hadis yalandır.
Hadis’i tahriç eden el-Hâkim rivâyetin hükmü hakkında sukût eder, bunun üzerine ez-Zehebî Telhîsu’l-Müstedrek’te şöyle der: « Bunu iftira eden Rafiziyi Allâh rezil kılsın. » Bu rivâyetin illeti Ahmed b. İsâ el-Haşşab adlı râvidir. Çünkü yalancı birisidir. Ali (r.a.)’nun Amr b. Ved ile olan mubarezesi ve onu öldürmesi olayı siyer kitablarında meşhûrdur. Olayın sahih ve müsned bir tarîk’i yoktur, mürsel ve mu’dal rivâyetlerdir.
106. Nebî (s.a.s.) oruçlu olduğu halde, gündüzün sonunda misvak kullanırdı.215[215]
( آان يستاك آخر النهار وهو صائم )
Bu hadis bâtıldır.
İbn Hibbân hadisin illetinin Ahmed b. Abdullah Meysere olduğunu şöyle ifâde eder: « Meysere ile ihticâc edilmez, hadisin Nebi (s.a.s.)’e kadar ref edilmesi batıldır. Sahih olan, bunun İbn Umer’in fiili olduğudur. » ez-Zeylai bu görüşe Nasbu’r-Râye216[216] adlı kitabında katılır. Nebî (s.a.s.)’in umum ifâde eden, oruçlu kişinin istediği vakitte, ister gündüzün evveli, isterse sonunda misvak kullanmasının meşrû olduğuna dair bu konuda aşağıdaki sahih hadisi yeterlidir:
( لولا أن أشق على أمتي ؛ لأمرتهم بالسواك عن آل صلاة )
(Ümmetime zorluk vermeyeceğini bilseydim ; her namazdan önce onlara misvağı emrederdim)217[217]
107. Allâh’a en sevgili isim ler kendisiyle ibâdet olunan (isimlerdir)218[218]
( أحب الأسماء إلى الله ما تُعُبِّدَ به )
Bu hadis uydurmadır.
İbn Mes’ud kanalıyla gelen bu rivâyetin tamamı şöyledir: (Allâh Resûlu (s.a.s.) kişinin kölesini veya çocuğunu Hâris, Murre, Velîd, Hakem, Eba’l-Hakem, Eflah, Necîh veya Yesâr olarak isimlendirmesini yasaklamıştır. Sonra da şöyle demiştir: « Allâh’a en sevgili isimler kendisiyle ibâdet olunan (isimlerdir). İsimlerin en sadık olanı da Hemmâm dır ») İbn Maîn ve ed-Dârekutnî râvilerinden olan Muhammed b. Muhsan el-Ukkâşî’nin hadis uydurduğunu söylemişlerdir.
108. Allâh’a en sevgili isimler (kendisiyle) ibâdet olunan ve hamdedilendir.
( أحب الأسماء إلى الله ما عُبِّدَ وما حُمِّدَ )
Bu hadisin aslı yoktur. es-Suyûtî219[219] ve diğer ilim ehli bunu bu şekilde beyan etmişlerdir. el-Münzirî bu rivâyeti, et-Tergîb220[220] adlı kitabında Müslim, Ebû Dâvud, et- Tirmizî ve İbn Mâce’ye nisbet ederek fâhiş bir hataya düşmüştür. Konuyla ilgili gelen sahih bir rivâyette Nebî (s.a.s.) şöyle buyurur:
( أحب الأسماء إلى الله عبد الله وعبد الرحمن )
( Allâh’a en sevgili isimler; Abdullâh ve Abdurrahmân’dır )221[221] İbn Hazm, Abdu’l-Uzza ve Abdu’l-Kabe gibi Allâh’tan başkasına ibâdeti içeren isimlerin haramlılığı konusunda ilim ehlinin ittifakını nakleder. İbn Kayyım’da Tuhfetu’l- Mevdud’ta222[222] buna katılır. Dolayısıyla Abdu’ali ve Abdu’l-Hüseyn gibi Şî’a indinde kullanılan böyle isimlerle adlandırmak da helâl değildir. Yine Ehlî Sünnet’ten bazı câhillerin yaptığı gibi; Abdu’n-Nebî veya Abdu’r-Resûl olarak adlandırmalarıda helâl değildir.
109. Kim aşık olurda, gizler ve namuslu kalırsa öldüğünde şehid olarak ölmüştür.223[223]
( من عَشِقَ ، وآَتَمَ ، وعَفَّ ، فماتَ ؛ فهو شهيدٌ )
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Suveyd b. Saîd el-Hadesânî ve Ebu Yahyâ her ikisi de zayıftır. İbn Mulakkan şöyle der: « İmamlar bu hadisin illetinin Suveyd olduğunu söylerler. İbn Adiy, el-Hâkim, el-Beyhakî, İbn Tâhir ve başkaları bu hadisin Suveyd b. Saîd’in münker rivayetlerinden olduğunu belirtirler. Yahya b. Maîn ise şöyle der: Eğer benim atım ve okum olsaydı onunla savaş ederdim.»224[224] Bu hadis, sened yönüyle zayıf olup, İbn Kayyım tarafından mana yönüyle reddedilmiş ve uydurma olduğuna hükmetmiştir. Zâdu’l-Meâd adlı kitabın da şöyle der: « Allah Resûlü üzerine uydurulan hadise aldanma ( hadisi iki yoldan zikrederek devam eder ), çünkü bu hadis Resulullâh (s.a.s.) ait olduğu sahih değildir. Onun sözü olması mümkün değildir. Çünkü şehitlik Allâh katında yüksek bir derecedir, sıddîklerin derecesine yakındır. Şehitlik için amel ve şartlar vardır. Bunlar onun gerçekleşme şartıdır. Bu şartlar iki çeşittir: Genel ve özel. Özel olan , Allâh yolunda şehitliktir.
Genel olan ise, Sahih’te zikredilen beş tanesidir ki, aşk bunlar arasında yoktur. (Allâh’a olan) sevgide şirk (ortak koşma), kalbteki Allâh sevgisini boşaltmak, kalbi, ruhu ve sevgiyi başkasına bağışlamak demek olan aşk, nasıl şehitliğe ulaştıran bir şey olabilir? Bu imkansızdır. Çünkü görüntü aşkının kalbi bozması, her türlü bozmanın üstündedir, hatta ruhu sarhoş eden, Allâh’ı anmaktan ve sevmekten, O’na yakararak lezzet almaktan ve O’na yakın olmaktan alıkoyan, kalbin başkasına tapınmasını gerektiren bir ruh şarabıdır. Çünkü aşığın kalbi, sevdiğine kulluk eder, hatta aşk kulluğun özüdür. Zira kulluk, boyun eğmenin en yücesi, sevgi, tevazu ve yüceltmedir. Kalbin Allâh’tan başkasına kulluğu, seçkin muvahhidlerin ve evliya’nın derecesine nasıl ulaştırabilir?! Bu hadisin isnadı güneş gibi olsaydı bile, galat ve vehim olurdu. Çünkü Resulullâh (s.a.s.)’den rivâyet edilen hiç bir sahih hadiste aşk sözü geçmemiştir.
Sonra aşkın helâl olanı var, haram olanı vardır. Böyle olunca Resul (s.a.s.)’in, aşkını gizleyen ve namuslu kalan, her aşığın şehid olduğuna hükmettiği nasıl düşünülebilir? Başka birinin karısına aşık olanın, merdân ve zanilere aşık olanın aşkıyla şehitler derecesine ulaştığını nasıl söyleyebilirsin? Bu, Resulullâh (s.a.s.)’in dininden zarureten bilinene aykırıdır. Ayrıca aşk, Yüce Allâh’ın şer’an ve kaderen ilaç verdiği hastalıklardan biridir. Aşkın tedavisinin, şayet haram bir aşksa vâcib ve ayrıca müstehab olanı vardır.
Resulullâh (s.a.s.)’in kendilerinin şehid olacağını belirttiği hastalık ve afetleri incelediğinde; bunların tâun, karın ağrısı, delilik, yanma, boğularak, ve hamile olarak ölmek gibi tedavisi olmayan hastalıklar olduğunu görürsün. Çünkü bunlar, kulun bir rolü olmayan ve ilacı da bulunmayan Allâh’ın verdiği âfetlerdir. Sebebleri haram değildir. Ayrıca bunlar dolayısıyla, aşkın ortaya çıkardığı kalbin bozulması ve Allâh’tan başkasına tapınması gibi sonuçlar doğmaz. Bu hadisin Resulullâh (s.a.s.)’e nisbetinin ibtâl konusunda bu açıklama yetmezse, bunu ve illetlerini bilen hadis âlimlerine uyman gerekir. Çünkü, hiçbir hadis imamının bu hadisi, sahih hatta hasen gördüğü bilinmemekte. Bununda ötesinde ( senedde ki ravilerden olan ) Suveyd’i münker görmüşler, onu büyük bir cürüm işlemekle itham etmişler. Bu hadisi rivayet etmesi sebebiyle bazı muhaddisler onunla şavaşı helâl görmüşlerdir.»225[225]
Sözün özü bu hadisin isnadı zayıf metni de uydurmadır. Allâh en doğrusunu bilir.
110. İlim Çin’de olsa bile taleb ediniz.226[226]
( اطلبوا العلم ولو بالصين )
Bu hadis batıldır.
Râvilerinden olan Ebû Atike Turayf b. Süleyman’ın hadisi metrûktur. Bu rivâyeti İbnu’l-Cevzî Mevduâtın da zikrederek İbn Hibban’ın bu rivayet hakkında bâtıl ve aslı olmadığına dair sözünü nakleder. es-Sehâvî el-Makâsıd ta bu hükme katılır.
Ancak yukarıdaki rivâyete ilave olarak zikredilen;
( فإن طلب العلم فریضة على آل مسلم )
( Muhakkak ilmin talebi her müslümana farzdır) Ziyadeliği hakkında el-Albânî yirmiye yakın tarîk (yol) bulduğunu dolayısıyla hasen hükmünü verdiğini belirtir.
111. Sünnetten olan, kişinin bir teyemmümle bir namaz kılmasıdır. Sonra diğer namaz için tekrar teyemmüm yapar.227[227]
( من السنة أن لا يصلي الرجل بالتيمم إلا صلاة واحدة، ثم يتيمم للصلاة الأخرى )
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan el-Hasen b. Ammâra’nın hadis uydurduğunu Şube, İbnu’l- Medînî ve Ahmed b. Hanbel belirtirler.
Dolayısıyla İbn Hazm’ın el-Muhalla228[228] adlı eserinde de ifade ettiği gibi; teyemmüm alan kişi, teyemmümü hades ile veya suyun bulunmasıysa bozulmadığı sürece istediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir.
112. Kadınlara danışın ve onlara muhalefet edin.
( شاوروهُنَّ - يعني النساء - وخالفوهُنَّ )
Bu hadisin aslı yoktur. Bunun böyle olduğunu es-Sahâvî ve el-Münâvî beyan ederler. Ömer (r.a.)’ya nisbet olunan başka bir lafızda:( Kadınlara muhalefer edin çünkü onlara muhalefette bereket vardır )229[229] Bu senedin iki tane illeti vardır dolayısıyla zayıftır. Hadis ve eser mana olarak katiyen sahih değildir. Çünkü Nebî (s.a.s.) Hudeybiyye anlaşmasında ona uymaları için, sahabesi önünde deve boğazlamasına işaret eden hanımı Umm Seleme’ye muhâlefette bulunmamıştır.
113. Kadına itaat etmek pişmanlıktır.230[230]
( طاعة المرأة ندامة )
Bu hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Anbese b. Abdurrahman, hadis uydurur.Diğer bir râvi olan Osman b. Abdurrahman mechûl râvilerden tuhaf rivâyetlerde bulunur. Dolayısıyla İbnu’l-Cevzî hadisi el-Mevdûât231[231] adlı kitabına alır. Bu rivâyet başka bir lafızla Aişe (r.anha)’dan rivâyet olunur:
114. Kadınlara itaat pişmanlıktır.232[232]
( طاعة النساء ندامة )
el-Ukaylî şöyle der: « Râvilerinden olan Muhammed b. Süleyman, Hişam’dan aslı olmayan bâtıl rivâyetlerde bulunmuştur. Bunlardan biriside bu hadistir »
115. Erkekler kadınlara itaat ettiklerinde helâk olmuşlardır.233[233]
( هلكت الرجال حين أطاعت النساء )
Bu hadis zayıftır.
Râvilerinden olan Bekkâr b. Abdulazîz b. Ebî Bekre zayıftır. Ancak Buhari’nin Sahihin de tahric ettiği hadis sahihtir.
( لما بلغ النبي صلى الله عليه وسلم أن فارسا ملكوا ابنة آسرى؛ قال: لن یفلح قوم ولوا أمرهم امرأة )
(Farislilerin ( İranlılar’ın ) Kisra’nın kızını mülke geçirdikleri haberi Nebî (s.a.s.)’e ulaşınca şöyle der: « İdarelerini kadına veren kavim iflah olmaz » )
Hadisin aslı budur, ancak yukarıdaki râvi, yâni sahabi’nin torunu hata ederek hadisi yukarıdaki lafızla rivâyet etmiştir.
116. Kimin üç tane çocuğu doğarda birisine Muhammed ismini koymazsa cahillik etmiştir.234[234]
( من ولد له ثلاثة، فلم يسم أحدهم محمدا؛ فقد جهل )
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Ebû Hayseme Mus’ab b. Said, İbn Adiy’in de dediği gibi, güvenilir râvilerden münker rivâyetlerde bulunur. Hadisin daha başka illetleride vardır. Ayriyeten hadis diğer yollardan da gelmiştir ancak senedlerinin hepsinde itham olunan raviler vardır.235[235] Dolayısıyla İbnu’l-Cevzî rivâyeti Mevdûât236[236] adlı kitabına alır. Bu hadise uydurma dememizin sebeblerinden biride, Selefin böyle bir uygulamada bulunmamasıdır. Sahabenin üç veya daha fazla çocuğu olmasına karşılık hiç biri Muhammed ismiyle ismlendirmemiştir. Mesela Ömer b. Hattab ve diğer sahabeler buna örnektir. Sahih hadislerde de sabit olduğu gibi en faziletli isimler; Abdullah ve Abdurrahmandır. Kişi bütün çocuklarını Allah’a kulluk ifade eden isimlerle isimlendirdiğinde isabet etmiştir. Nasıl olurda birisini Muhammed olarak isimlendirmezse cahillik etmiştir?! Ancak Buhârî ve Müslim’in tahriç ettikleri sahih bir hadiste şöyle buyrulur:
( تسموا باسمي ، ولا تكنوا بكنيتي )
(İsmimle isimlenin ama künyemle künyelenmeyin )
117. Ey Mekke ehli! Mekke den Usfân’a, yâni dört berîd mesafesinden aşağıya namazı kısaltmayın.237[237]
( يأهل مكة! لا تقصروا الصلاة في أدنى من أربعة بُرُدٍ من مكة إلى عُسفانَ )
Bu hadis Uydurmadır.
Râvilerinden olan Abdulvahhâb b. Mucâhid, el-Hâkim’in de ifâde ettiği gibi uydurma hadisler rivâyet etmiştir. Diğer bir râvi olan İsmail b. Ayyaş Şamlılar dışındaki rivâyetinde zayıftır. Burada ise Hicazlı olan Abdulvahhâb b. Mucâhidten rivâyette bulunmuştur. Hadis alimlerinin ittifakına göre, Nebî (s.a.s.) Haccetu’l-Vedâ esnasında Arafat, müzdelife ve Minâ da namazı kısaltırdı. Ondan sonra gelen Ebu Bekr ve Ömer de aynı şekilde kısaltarak kılmışlardır. Mekke ehli onların arkasında namaz kılarlardı, ama hiç bir zaman Mekke ehlinin, namazı tam kılmalarını emretmemişlerdir. Bu da bunun sefer olduğuna delildir. Mekke ile Arafat arası bir berîdtir. Ayak ve deve ile yarım gündür.
Hak olan odur ki, sefer’in lugat ve şeriat’ta bir sınırı yoktur. Bunda ki merci örftür. İnsanların örfüne göre sefer sayılan seferdir. İşte Şari’nin hükme bağladığı sefer budur. Bu önemli konuyla ilgili araştırmayı ibn Teymiyye’nin Ahkâmu’s-Sefer adlı risâlesinde bulabilirsin.
118. Bu ümmet camilerine, Hristiyanlar gibi mihrablar edinmedikçe hayırda olmaya devam eder.238[238]
( لا تزال هذه الأمة بخير ما لم يتخذوا في مساجدهم مذابح آمذابح النصارى )
Bu hadis zayıftır.
Hadisin iki illeti vardır.
İlki: Ravilerinden olan Musa el-Cühenî, tabii’nin etbalarındandır. Bu rivâyette hem tabiini hem de sahabeyi atlayarak direk Resul (s.a.s.)’den rivâyet etmiştir. Dolayısıyla burada iki ravinin düşmesi manasına gelen İ’dâl sözkonusudur.
İkincisi: Râvilerinden olan Ebî İsrâîl zayıftır.
es-Suyûtî İ’lâmu’l-Erîb Bihudûsî Bid’ati’l-Mehârîb239[239] adlı kitabın da ve eş-Şeyh Alî el-Kârî de Mirkât el-Mefâtîh240[240] de camilerdeki mihrabların bid’at olduğunu güçlü bir şekilde ifade etmişlerdir. el-Bezzâr İbn Mes’ud’un Mihrabta namaz kılmayı kerih gördüğünü ve İbn Mes’ud’un; « Mihrablar kiliselerde vardı, onun için Ehlî Kitab’a benzemeyin»241[241] , dediğini rivâyet etmiştir. İbn Ebî Şeybe, Sâlim b. Ebî el-Cad’dan sahih isnadla şöyle rivâyet eder:
( لا تتخذوا المذابح في المساجد )
( Camilerde mihrablar edinmeyin ) Sonra da Musa b. Ubeyde’den yine sahih bir senedle şöyle rivâyet eder: ( Ebu Zer’in mescidini gördüm, ama içinde mihrab görmedim ) Mihrab’ın kerâhiyetine dair seleften bir çok eser gelmiştir. Mihrab Nebî (s.a.s.)’in Mescidin de vardı diyenlerin istidlâl ettikleri hadis Vâil b. Hucr’dan şu lafızla gelir:
119. (Resûl (s.a.s.) camiye kalktığında bende oradaydım, sonra da mihraba [ mihrabın yerine ] girdi ... )242[242]
( حضرت رسول الله صلى الله عليه وسلم حين نهض إلى المسجد، فدخل المحراب [ يعني : موضع
المحراب ] ... )
Hadis zayıftır.
Hadisin üç tane illeti vardır, Muhammed b. Hucr, Saîd b. Abdu’l-Cebbâr ve Umm Abdu’l-Cebbâr.
Muhakkak maslahatlar var diyerek, kıbleye delâlet etmesi gibi, mihrablar hakkında bu delili güzel gören el-Kevseri ve benzerlerinin bu zayıf delillerine değişik yönlerden cevap verilebilir.
- Camilerin çoğunda minareler vardır. İşte minareler bu maslahatı tamamen yerine getirir. Dolayısıyla mihrablarada ihtiyaç kalmaz. Eğer insaf etseler Avamın rızası için ve onların üzerinde oldukları bu amelin bekâsı için yeni özürler bulmaya çalışmazlar.
- İhtiyaç ve maslahat dolayısıyla şeriat kılınan, maslahatın iktizası halinde durması gerekir. Bu aşılmaz. Camideki mihrabtan kasıt kıble cihetine delâlet etmesi ise, bu duvara açılacak olan bir çukur ile gerçekleşir. Bizler ise, bir çok camide büyük, geniş ve imamın içinde kaybolduğu mihrablar görüyoruz. Bir de bu mihrablar, namaz kılanları oyalayan namazda huşu ve fikrini toplamadan çeviren süsler ve nakışların yeri olmuş. Bu ise kat’i surette yasaklanmıştır.
- Mihrablar Hristiyanların kiliselerindeki adetlerinden olduğu sabitleşirse, mihrablardan tamamen sarfı nazar etmek gerekir. İttifak edilecek başka bir şey ile değiştirilir. Mesela, imamın önüne bir direk (sütun) konur. Çünkü sünnette bunun aslı vardır. et-Taberânî’nin hasen bir senedle rivâyetinde, Cabir b. Usâme el-Cühenî şöyle der:
( لقيت النبي صلى الله عليه وسلم في أصحابه في السوق، فسألت أصحاب رسول الله صلى الله عليه وسلم: أین
یرید؟ قالوا: یخط لقومك مسجدا. فرجعت، فإذا قوم قيام، فقلت: ما لكم؟ قالوا؟ خط لنا رسول الله صلى الله عليه وسلم
مسجد، وغرز في القبلة خشبة أقامها فيها )
(Nebî (s.a.s.)’le pazarda sahabeleri arasındayken karşılaştım. Resûl (s.a.s.)’in ashabına nereye gittiğini sordum. Dediler ki: Kavmin için bir mescid çizecek. Döndüğümde onları ayakta gördüm. Dedim ki: Ne oluyor size. Onlar da: Resûlullâh (s.a.s.) bizlere mescid çizdi. Kıble cihetine odun sapladı, dediler ) Sözün özü, Mescidte mihrab itthaz edinme bid’attır. Madem ki resûl (s.a.s.)’in şeriat kıldığı az masraflı ve süsten uzak başka bir şey kolaylıkla bunun yerine geçebilmekte, dolayısıyla bunun mürsel maslahatlardan kılınmasına dair bir sebebte yoktur.
120. Biriniz bir taşa inanç beslese, ona faydası olur.
( لو اعتقد أحدآم بحجر لنفعه )
Bu hadis uydurmadır.
eş-Şeyh Aliyyu’l-Kârî şöyle der: « İbn Kayyım; ‘Bu söz taşlar hakkında hüsnü zanda bulunan putlara tapanların sözlerindendir’ der. İbn Hacer el-Askalânî de aslının olmadığını ifade eder. »243[243] İbn Teymiyye de yalan olduğunu söyler.
121. Kişiye fazilet ihtiva eden bir şey Allâh’tan ulaştığında, bunu iman ederek ve sevabını da Allâh’tan umarak alırsa, velev ki o şey doğru
olmasa bile, Allâh kişiye onu verir.244[244]
(من بلغه عن الله شيء فيه فضيلة فأخذ به إيمانا به ورجاء ثوابه أعطاه الله ذلك، وإن لم يكن آذلك)
Bu hadis uydurmadır:
İbnu’l-Cevzî bu hadis hakkında « sahih değildir, (râvilerinden olan) Ebû Recâ yalancıdır »245[245] der. es-Suyûtî İbnu’l-Cevzî’ye bunda katılır, ancak akabinde senedinde itham olunan bir ravînin olduğu başka bir hadis getirir! Sonra da Hamza b. Abdu’l-Mecîd adlı kişiden şu kıssayı aktarır: Özetle, bu kişi Nebi (s.a.s.)’i rüyasında görmüş ve bu hadisin hükmünü sormuştur. O da: « Bu bendendir, bunu ben söyledim » demiştir. İlim ehlinin karar kıldığı gibi rüya ile şer’i bir hüküm isbat edeilmez. Nebevî hadisin isbat edilmemesi daha evladır. Çünkü hadis, hükümlerin Kur’andan sonra ki temelidir. Hadisin birden fazla yolu olmasına rağmen, hüccet teşkil etmez. Çünkü bu yolların her biri diğerinden daha da zayıftır. Dolayısıyla İbnu’l-Cevzî’nin bu rivâyeti Mevdûât’ın da zikretmesi isabetlidir. İbnu Hacer de bu rivâyetin aslı olmadığını söyler. eş-Şevkânî de buna muvafakat gösterir.
Bu uydurma hadisin kötü eserlerinden birisi de; hadis ilim ehline göre sahih olsun, zayıf olsun veya uydurma olsun, her türlü hadisle sevabını arzulayarak amel etmeyi ilham etmekte. Bunun sonucu olarakta; müslümanların çoğu alimleriyle, hatibleriyle, öğretmenleriyle hadisin rivâyetinde ve bununla amel etmekte ihmalkar davranmışlardır. Bunda da, girişte beyan ettiğimiz gibi, Resûl (s.a.s.)’den ancak sahihliği sabit olduktan sonra rivâyette edilebileceğine dair gelen sahih hadislere tam bir muhalefet söz konusudur. Sanki bu hadis, fadâilu’l-A’ma’l da zayıf hadisle amel edilir cevazını verenlerin dayanağı olmuş. Bizler bu görüşü paylaşmıyoruz. Hadis sabit olduktan sonra onunla amel etmek caizdir. Bu ise muhakkik alimlerin mezhebi olup, zayıf hadisle fadâilu’l- A’mal’da amel edilir diyenler bunu bazı şartlarla sınırlandırmışlardır.
Bunlardan birisi; Bu hadisle amel edenin bunun zayıf olduğuna inanması gerekir.
Bir diğeri; Bunu yaymaması gerekir. Ta ki insan zayıf hadisle amel etmesin. Şeriat olmayan şeyi şeriat kılmasın. Bazı cahiller bunu görüpte bunun sahih bir hadis olduğunu zannetmesini İbn Hacer el-Askalânî Tebyînu’l-Aceb Bimâ Verede Fi Fadli Receb (s.3-4) adlı kitabında konuyu açıklayarak şöyle der: « Üstâz İbn Abdusselâm ve diğer alimler yukarıdaki manaya gelen açıklamalarda bulunmuşlardır. Kişi Resûl (s.a.s.)’in şu sözünün kapsamına girmekten sakınsın: ( من حدث عني بحدیث یرى أنه آذب فهو أحد الكاذبين ) ( Kim benden bir hadis rivâyet eder ve o hadisin yalan olduğunu görürse, o kişi iki yalancıdan birisidir )
(Rivâyet edenin hâli) böyleyse bununla amel edenin durumu nedir. Hükümlerle ilgili hadisler olsun veya fadâille ilgili hadisler olsun, amel yönüyle ikisi arasında bir fark yoktur, çünkü hepsi şeriattır.»
Hiç şüphesiz bu şartlar ile amel, yukarıdaki uydurma hadise taban tabana zıttır. Yukarıdaki uydurma hadisle hemen hemen aynı manada birkaç rivâyet daha vardır, ama hepside uydurmadır.
122. Zimmi’nin diyeti Müslüman’ın diyetidir.246[246]
( دية ذمي دية مسلم )
Bu hadis münkerdir.
Râvilerinden olan Ebû Kerez el-Kuraşi terkedilmiştir. Dolayısıyla ed-Dârekutnî hadisin zayıf olduğunu söyler. ez-Zehebî de bu hadisin yukarıdaki râvi’nin en münker rivâyetlerinden olduğunu beyan eder. Hadisin birden fazla yolu vardır ancak hiç biri şiddetli illetlerden hâli değildir. Aynı zamanda bu zayıf hadis, Nebî (s.a.s.)’den gelen aşağıdaki sahih hadise muhaliftir. ( إن عقل أهل الكتابين نصف عقل المسلمين، وهم اليهود والنصارى ) ( Kitab Ehlî olan Yahudî ve Hristiyanların diyeti Müslümanların diyetinin yarısıdır )247[247]
Bunun için es-Suyûtî’nin yukarıdaki münker hadisi bu sabit hadise muhalefetinden dolayı el-Câmiu’s-Sagir de zikretmemesi gerekirdi. Bu hadisin Ebu Davut’ta gelen diğer sahih bir lafızıda şöyledir:
( آانت قيمة الدیة على عهد رسول الله صلى الله عليه وسلم ثمان مائة دینار ؛ ثمانية آلاف درهم، ودیة أه ل
الكتلب یومئذ النصف من دیة المسلمين )
( Resûlullâh (s.a.s.) zamanında diyetin tutarı sekizyüz dinar, sekizbin dirhemdi. Ehlî Kitab’ın o günkü diyeti müslümanların diyetinin yarısıydı) Konunun fıkhî yönünü araştırmak isteyen, es-San’ani’nin Subulu’s-Selâm adlı kitabına ve eş-Şevkânî’nin Neylu’l-Evtâr adlı kitabına müracaat edebilir.
123. Ben himayesi altındakilerin hakkını ödemede daha evlayım. Müslümanlarda birisi zimmet ehlinden birisini öldürmüştü, bunun üzerine
(s.a.s.) müslüma’nın öldürülmesini emrederek, bu sözü söyler.248[248]
( أنا أوْلى من وَفَّى بذِمَّتِهِ. قاله صلى الله عليه وسلام حين أمر بقتل مسلمٍ آان قَتَلَ رجلا من أهل الذمة
Bu hadis münkerdir.
et-Tahâvî bu hadisin illetinin irsâl olduğunu söyler. el-Hâfız b. Hacer Fethu’l- Bâri’de249[249] buna katılır.
Hadisin daha başka yollarıda vardır. Ancak hepsininde zayıflığı şiddetlidir. Dolayısıyla hadisi güçlendirememekte. Ayrıyeten hadisin zayıflığını arttıran başka bir etkende, konuyla ilgili sahih bir hadisle çakışmasıdır: ( لا یقتل مسلم بكافر ) ( Müslüman kafirden dolayı öldürülmez ) Bu hadisi el-Buhârî250[250] ve diğer sünen sahibleri Ali (r.a.)’dan tahriç etmişlerdir. Alimlerin cumhuru bu görüştedir. Hanefi alimleri ise yukarıdaki hadisin zayıflığına ve sahih hadise olan muhalefetine rağmen o görüştedirler! Ancak bazıları insaf ederek bu görüşlerini terkederek sahih hadis ile emel etmeye dönmüşlerdir. El-Hatîb el-Bagdâdî el-Fakîh251[251] adlı kitabında bunu Züfer’den nakleder.
Üstâz el-Mevdûdî Nazariyyetu’l-İslâm ve Hedyihi adlı kitabında iki mesele zikreder:
İlk olarak: ( Zimmi’nin diyeti Müslümanın diyetidir ) sözünü zikreder, bununla ilgili açıklama biraz önce geçti.
İkinci olarak: Şöyle der; « Zimmi’nin kanı Müslümanın kanı gibidir. Eğer müslüman kişi zimmet ehlinden birini öldürürse, müslüman’ı öldürmüş gibi kısas yapılır.» Sonrada ed-Dârekutnî’nin rivayetini delil olarak zikreder. Ancak ed-Dârekutnî hadisin akabinde zayıf olduğunu açıklar. Anlaşılan Üstaz bu hükmün farkına varmamış.
Daha sonra üç halifeden Ömer, Osman ve Ali (r.anhum) bazı rivâyetler zikrederek, yukarıdaki sözünü delilendirir. Ancak üç halifeye mensub rivâyetlerin hiç biri sahih değildir. Dolayısıyla bu rivâyetlerle istidlâl etmekte caiz değildir. Birde bu rivâyetlerin Nebî (s.a.s.)’e ref edilen hadislere muhalif olmaması gerekir ki, bu rivâyetlerin hepsi Ali (r.a.) yoluyla gelen merfu hadisle çatışmaktadır.
Bu da bize zayıf hadislerin kötü etkisini ve müslümanların kanlarını mubah kıldığını, Peygamber (s.a.s.)’in sabit ve sahih hadisleriyle çekiştiğini açıklamaktadır.
Devamı>> |